25 Aralık 2009 Cuma

Kerem'in bana ettikleri -2


    Ben küçüktüm o zamanlar ve karşımda duran kıza iki çift laf edemiyordum.Evet iki çift.
    - Buz var mı?
Yok diyememiştim.Kız beni kekeme sanmış içeriye bağırmıştı.
-Ayyn  neeeee!(anne deki y annesine yav gel allahını seversen kurtar beni şu salaktan şımarıklılığın tanımı olan ''y'' idi.Sarışın ve mavi gözlü bir kızın bu kadarcık y kullanması çok normaldi.Ülkedeki sarışın oranlarının kuaförler sayesinde çoğaltıldığı bir memlekette ,üstüne üstlük iki de mavi gözünüz varsa ''y '' leri de istediğiniz kadar kullanırsınız, istediğiniz kadar da sakız çiğnersiniz.)(sakız pembe yanlız)....
   -''Özür dilerim.Kuzenim buz isteyecekti.Kolum yaralandı da pansuman yapmak için buz lazım oldu.''Sen ne zaman geldin bre kuzen!Adam arkam da bitivermişti.Koni cinsi köpek gibi (bkz:Lassie)sevimli bir yüz ifadesi takınmıştı.Merve ve ve sonradan gelecek olan annesine karşı bu kadar mı sempatik olunabilir di?
    -Nooollduu? Merv veeeeee?Merve'nin annesi içeriden kıçını bir sağa bir sola attırarak, bir elinde kumanda bir elinde sigara kapıya geldi.(ağızda ciklet:pembe)
  - Noldu çocuklar hayırdır?dedi.Bu arada annem de kucağında Betül kapıya gelmişti.
-Merhaba Nasılsınız?Çocuklar şakalaşırken ufak bir kaza oldu da..Kusura bakmayın Gökhan'ı da buz istemesi için size göndermiştim.
    -Aaaa tabi tabi ne demek!Alikoooo buz getir yavruuumm...
Ben arada kalmıştım.Kültürler arası kucaklaşmanın tam ortasında iki farklı kültürün kaynaşma çabasına tanıklık ediyordum.Pembe ciklet ailesi ve entel kıvırcıklar ailesi ...
 Aliko(Ali Kemal) ve babam da kapıya gelince ortada salak salak Roland Garros ların İngiltere de düzenleneni olan Wimbledon 'da  tenis sahasının ortasında kalmış top toplayıcıya dönmüştüm.(yazarın gereksiz bilgi vermesi)forhand ler ve back hand ler dostça savruluyor ben ve kıvırcık saçlarım ise ortada dikeliyorduk.Mal mal dikilen insanların eylem kelimesi dikelmek olarak dönüşüme uğruyordu.
  Nihayetinde aliko'nun buz getirmesi ve bana vermesiyle karşı komşularımızla tanışmamızda gerçekleşmiş oluyordu.
  -Arada gel de tavla oynayalım komşu.
Merve annesinin annemle sohbeti sırasında annesinin kolları arasında sakızını çiğnemeye devam ediyordu.Babam Aliko'nun tavla teklifine nasıl ret cevabı vereceğini düşünüyordu,ben ve Kerem ise Merve ye bakıyorduk.
   Aradan iki gün geçmişti.Kerem kolu sargıda olmasına rağmen Betül'e günlük süt almaya gidiyor, bense Dört kafadarlar Afrika'da kitabımı okuyordum.Annem yaz tatilinde kitap okumanın güzel olduğunu ancak ara sıra dışarıda çıkmam gerektiğini söyleyip duruyordu.Kerem buraya benim için gelmişti ve bunun vicdanı benim üzerime yüklenmişti.Nihayetinde Kerem yine mutfaktayken ''Haydi gel Kerem dışarı çıkalım dedim.''Kerem bana döndüğünde fısıldayarak ;-yakacağım seni dedi.Kolumu sen yaktın ben de seni yakacağım!O ana kadar yanımızda hep annem yada babam oluyordu.ilk defa yanlız kalıyorduk ve Kerem bana ilk tehdidini savurmuştu bile.dudağını hafif sağa kaldırarak tekrar etti.


-Bittin sen Gıvıııırcııııhhhk

.Kerem'in o dakka saçlarını yalayıp sağa yatırsan ardından ince bi bıyık koysan ''führer'in dirilişi'' isimli gösterime girmesi muhtemel korku filminde ki genç oyuncu rolü garanti olurdu.Ağır kanlı ve yavaş hareket eden ben hafifçe irkildim.ancak bu dostluk anlayışımın önüne geçemedi.Espiri olarak algıladığım Kerem tehditlerini gülümseyerek ve sonunda küçük bir heyecanlı hıh gülmesi ile taça atarak geçiştirdim.Ona karşı davranışlarım Kuzenler arasındaki gereksiz soğukluğu eritecekti.buna emindim.Basket sahasının oraya doğru yürürken,ben sitenin ne kadar güzel olduğundan falan bahsediyordum.Sahanın yanındaki bankta bizden yaşça büyük üç beş çocuk oturuyordu.Yanlarına doğru yürüdükDaha doğrusu Kerem yürüdü ben yanında seğirttim.Çocuklara iki metre kadar yaklaştığımızda beyzbolcu şapkasını arkaya doğru çevirmiş olan asık suratlı olanı kafama bir şey fırlattı.Saçlarım kıvırcık olduğu için attığı şey olan bükülmüş gazoz kapağı zıpladı ve yere düştü.Hiç bir şey hissetmemiştim.Ama acı geliyordu.
  - Geleli iki gün oldu,hemen Merve mi sevdin lan?
  İlkokul beş öğrencisine göre hayli ağdalı bir konuşma tarzıyla karşı karşıyaydım.Cevaplanması gereken sorular vardı.Cevap gecikmedi.Kerem kolunu numaradan tutarak üç kişilik bankın sıkıştırılmış kıçlardan açılan dördüncü kıçlık yerine oturdu.Bana gazoz kapağı atan bankın üstünde oturuyordu.Ayakları kıç koyma yerindeydi.

-Kerem bu mu döktü koluna yağı?
   Kerem başını öne doğru iki defa salladı.Çok masumdu.O masumiyet karşısında neredeyse bağıracaktım.''Evet ben yaktım.Benim suçum!!!''Ama böyle değildi.Ben dudaklarımı aralamışken açıklama yapmak için büyük bir çeviklikle gazoz kapağı çocuk karşıma atlayıverdi.Bu çeviklikten etkilenen diğer iki çocukta yanına geldiler.Biri omzuma hafifçe dürttü.Batı yakasının hikayesi filminden sahneler oynanıyordu.Karşımda gündelik kıyafetleri ile duran çocuklar sanki birer deri ceket giymiş saçlarını jölelemiş etrafımı sarmışlardı.
  -Ya noluyor yaaa (son yaa acımaklı)Bu cümle hiçbir şey ifade etmiyordu.Ben Merve'yi seven ama sevmemesi gereken,Kerem'in kolunu yakan,mahalleye yeni taşınmış bir ilkokul öğrencisiydim.Üstelik saçlarım kıvırcıktı.
 Sendelemiştim.Ama üstüne diğer omzumdan itilince yere düştüm.Kerem bankta kuzeninin ne kadar kötü olursa olsun tartaklanmasına üzülen iyi akrabayı oynuyordu.Yapabileceğim tek şey kamaktı.Hem lanet olsun ben ne anlardım ki kavga etmekten.İlk kavgamı da etmiştim zaten.
  Ağlayarak eve koştum.Olanları anneme anlatmak ve Kerem kabusundan kurtulmak istiyordum.Kapıyı arkamdan gelen zombilerden kurtulmak isteyen Michael Jackson endişesiyle çalıyordum.Ama açılmıyordu.O sırada karşı kapımız yavaçca açıldı.vücudunun diklemesine diğer yarısı içeride kalan Merve ağzındaki sakızdan aldığı izinle ''anneenn burdaağ'' dedi.Ağlıyordum.Kıçımda yere düşünce oluşan toz vardı.
   Girebilir miyim diye sordum.Bu sırada kolumla ağlamaktan akan burnumu sildim kolumda yeni yeni çıkan tüyler hemen sümüğümle uyum sağlayıp derime yapıştılar.Merve bu sahne yi görünce sakız çiğnemeyi braktı.Ve üst dudaklarıyla burnunu yakınlaştırarak halk arasında tiksinme dediğimiz mimiği gerçekleştirdi.
    -Giiir dedi.Arkasını dönerek içeriye doğru bir ceylan gibi seğirtti.İçeriye girdim ve ilkokul beşi yeni bitirmiş bir çocuk mızmızlanmasıyla Anneeeaaaea diye hönkürdüm.
  annem endişelenmişti.Hemen kardeşim Betül'ü Zeynep teyzeye uzattı ve uzattığı eller boşa gitmesin diye kafamdaki kıvırcık tüy yumağına çevirdi.Şefkate ve içinde bulunduğum zorluğu paylaşmaya ihtiyacım vardı.Anneme döndüm ağzımı açtım tam o anda kapı tekrar çaldı.dışarıda kuyruğuna basılmış bir kedi çığlık atıyordu sanki.Bağıra bağıra ''göstereceğim size gününüzü'' diye bağırarak ağlayan biri vardı.İçeri girmesi uzun sürmeyn bu kişi Kerem di.ama niçin ağlıyordu?
  -Şükran Yengeee Gökhan beni bırakıp kaçtııııııı!!
Annem aptala dönmüştü.Bir bok anlamamıştı ama küfretmek yasaktı.O yüzden ''Neler oluyor burada biri bana açıklayabilir mi lütfen ''dedi.Kerem hemen söze girdi.Biz gökhanla oynamaya gitmiştik orada serseriler bizi dövmeye kalktı.(bu sıada hafif fafif hıçkırıyordu)Gökhan beni bırakıp kaçtı.Bende dayak yedim yengeeee..
 -Hem kolumuda büktüler.
B sınıfı bir filmde,klişe bir senaryonun içinde kötü adam olmuştum.Saçma sapan bir kabusun içindeydim.Ve ben gerçekten küçüktüm.......

Kerem'in bana ettikleri -1

   Ben küçüktüm o zamanlar ve oturduğumuz siteye yeni taşınmıştık.Yaklaşık iki hafta oluyordu.Çok mutlu olmuştum.Yeni site demek yeni arkadaşlıklar ve yeni bir heyecan demekti benim için.''Basket sahası bile var!'' demişti babam anneme.Annem profesyönel basketçiydi ve Efe Aydan 'la (araştır:Efe Aydan )top koşturmuşlukları vardı.Babam deseniz ha keza o da attığını sokardı potaya.Hayatlarında basket potası bile görmemiş olan annem ve babam için nasıl bir taşınma kıstası olabilir ki basket potası?
   
   Bana sorsanız o ağır topu bırakın potaya atmak havaya bile kaldıramıyordum.Kıvırcık simsiyah saçlarım ve tombulumsu yüzüm  Magic Johnson vari bir hava yaratıyordu ortamlarda ama dikkatinizi o ''vari'' kelimesine çekerim.o kadar yani.Magic le tek ortak yanımız saçlarımızın kıvırcıklığıydı heralde.Zaten o yan da ilerleyen yıllarda Magic in saçlarını kazıtmasıyla son buldu.
  İki hafta içinde bir yada iki kez dışarı çıkmıştım.Yeni arkadaşlar istiyordum ama kanımda pek ağırdı.Kanın ağırlığı deyimini bilmiyordum ancak üzerime de çok yakışıyordu hani.
     Annem ve Babam içeride konuşuyorlardı.
''-Hayati bence Kerem'i çağıralım o Gökhan'ın sosyalleşmesine katkıda bulunacaktır bence.''
   ''-Evet haklısın galiba.Hem bu durum Kerem ve Gökhan için de güzel bir değişiklik olur.''Annem le babam sürekli kitap okuyan bu doğrultuda bana da telkinlerde bulunan bir çiftti.Öyle ki bu durumları günlük hayattaki konuşmalarına bile yansıyordu.Bizim ev bir dünya sahnesi bizimkilerde oyuncularıydı.Üç gün sonra benim yerime alınan karar doğrultusunda kuzenim Kerem bizdeydi.Babam otogardan alıp gelmişti Kerem'i.Sıcak bir karşılama yanaklaran öpücüklerle beraber, Annem bir kucağında bir yaşındaki kardeşim Betül diğer tarafında ben gülücükler içinde en sevimli haliyle ''Hoşgeldiiiin Kereem ''dedi.Sonra eliyle omzumu itti.Bu hadi sende sarıl,hoşgeldin de bakalım itişiydi.Ben tanımıyordum ki Kerem i....
    Ama aldığım nezaket ve terbiye gereği Hoşgeldin Kerem cümlesini ben de tekrar ettim.Ertesi sabaha güzel bir kahvaltı bizi bekliyordu.Uyanıp banyoya giderken mutfaktan ''yanacaksınıııız yanacaksıınıız.Hepinizi kızartacağıım diyen bir kuzenim olduğunu duydum.Mutfağın kapısına geldim.Hoş ve güzel bir günaydın dedim.Kerem bir anda sıçradı ve tavaya elindeki patatesleri fırlatıverdi.Tavadan sıçrayan yağ ise Kerem'in koluna ilerleyen yıllarda edineceği kız arkadaşlarına anlatacağı  binbir etkileyici kahramanlık  hikayesinin ispatını kondurmuştu.Kerem çığlık çığlığa bağırıyordu.Annem koşarak Ne oldu burdaaaa? diye bağırırken içeri ki odadan altının değişimi yarıda kalan kızkardeşimin bağırtısı geliyordu.Tam bir kaos ortamıydı.Herkes bağırıyor ,ben salak salak etrafıma bakınıyor,nerede olduğunu merak ettiğim babam ise tuvaletin açılmayan kapısına lanetler yağdırıyordu.Evet lanetler yağdırıyordu çünkü bizim evde küfür edilmesi yasaktı.
  Açılmayan bir kapıya ''lanet olsun sana'' diye bağırmak o kapıyı iknadan çok amerikanlaştırırdı.
-Hayatiii!! Annemin bu çaresiz yakarışı Kerem'in acısını geçirmiyor,babam daha da bir panik oluyor içeride ki kardeşiminde yatağı humuslu yatağa dönüştürmesini sağlıyordu.Artık annemlerin yatağın üstünde hertürlü domates biber yetiştirilebilirdi.
   Aradan geçen yirmi dakika sonrasında uzun uzun soğuk suyla pansuman yapılan kolun sahibi olan kuzenim bana gözlerini kısmış bakıyordu.Sanki başına gelenlerin sorumlusu bendim.Bunun acısını senden çıkaracağım diye bakıyordu banaBense anlamsız bir gülümseme ile bakıyordum Kerem'e

   -Gökhaaaan!Karşı komşudan buz ister misin.Bizim dolaptakileri baban limonata için kullanmış.Kerem'in koluna pansuman yapalım.Yavaşça yerimden kalktım.Kapıyla mücadelesinden zaferle ayrılan babam ''haydi çabuk!''bakışı attı.
  Kapıyı açtım.Babamın iskarpinlerini ayağımda sürüyerek ve aslında istemeyerek karşı komşunun zilini çaldım.
Kapıyı benim yaşlarımda bir kız açtı.İlk defa bu kadar sarışın ve bu kadar mavi gözü bir arada görüyordum.Ve ben aşık olmuştum iki kelimeyi biraraya getiremeyecek kadar aşık...

24 Aralık 2009 Perşembe

Fransa restorantlarında kurbağa yiyorlarmış

    Ben küçüktüm o zamanlar ve dersten inanılmaz derecede sıkılmıştım.Kurbağaların yaşama alanı beni pek ilgilendirmiyordu.Zaten öğretmen kurbağalardan bahsederken sıra arkadaşım Bora kurbağaların fransa dolaylarında yendiğini söylemiş,kurbağalara karşı mesafem biraz daha artmıştı.''Kurbağanın neresini yiyorlar oğlum?''sorusunun yanıtınıda öğretmenden yediğim azardan dolayı öğrenememiştim.Yediğim azar öğretmen için bahane olmuş''-Kitabınızın 78.sayfasını açın sayfanın tamamını yazın!'' komutuna dönmüştü.Artık öğretmenimiz rahatlıkla entellektüel dönüşüm sürecine katkıda bulunmaya çalışan ama bi halta yaramayan gazetesi ile başbaşaydı.
    Ben azar yiyordum fransız kardeşlerim kurbağa.Yerime oturduğumda (öğretmenden azar yemek için ayağa kalkılırdı) Bora masum bir ifade ile öğretmene baktı.(öğretmenle göz göze gelirse diye önlemini alıyordu.Ben iyi ve söz dinleyen uslu bir öğrenciyim bakışı salgılayarak benim yediğim azarı yemek istemiyordu.)Öğretmenin bakmadığını görüncede çok hızlı bir şekilde ağzında yuvarlayarak birşeyler söyledi.''Ne diyosun oğlum sen ''diye fısıldadım.omzunu kaldırdı.Bu senle ilgilenmiyorum,derslerim benim için herşeyden önemlidir omuz kaldırışıydı.Bora'nın bu tavrı beni çılgına çevirdi.Çünkü biraz önce ağzından tükürüklerle karışık bir anda çıkan cümle bütününün içinden ''para'' kelimesini cımbızla çekmiştim ve benim paraya ihtiyacım vardı.Bu kez sol dizimle Bora'nın sağ dizine vurdum.
  -Öğretmeniiimmm Furkan beni rahatsız ediyooooo...
Ediyor yükleminin sonundaki r harfinin söylenmemesi demek; öğretmenim ben cidden rahatsız oluyorum.Beni yanımdaki eşşek sıpası rahatsız ediyor lütfen müdahale et!manasında uzatılan bir yüklem çeşididir.
  Bora'nın bu satışı beni üzmüş,öğretmeni de sinirlendirmişti.O yerinden kalkmayı sevmeyen ve gazetesini okumaktan önemli daha ne olabilir ki oturuşu yapan öğretmenimiz için son noktaydı.
  Gazetesini şöyle bir toparladı.Masanın üstüne bıraktı.masadan elleriyle güç alarak kalktı ve son olarak gözlüklerinide çıkararak savaş meydanına doğru yola çıkan Timurlengin filleri pozisyonuna girdi.Ben çimendim artık.Mazlum Çimen.
   Defterime gömüldüm,ensemi olası kafa şaplağına karşı öne doğru eğdim ki bu hareket darbeleri emen bi süspansiyon görevi görüyordu,beklemeye başladım.bu arada sevimli kedi bakışıyla öğretmenimi bakıyordum.Öğretmenimiz hiddetli ve sinirli yaklaştı vee
  ''Lan eşşek herif arkadaşını şikayet edip durmasana!!'' diye gürleyerek Bora'ya okkalı bir tokat indirdi.Okka kelimesinin layıkını bulduğu eylemlerden biriydi.Bora aptala dönmüştü.Buna okul yıllıklarında bumerang teoremi denirdi.(denmezdi ben şimdi uydurdum.Ama dense güzel olur onu biliyorum)

  Bora öğretmene ikinci tokadı yememek adına bir hamle yaptı.
-Öğretmenim sabahtan beri beni rahatsız ediyor dedi.
   Bu ikinci tokat için yeterli bir bahaneydi.boşuna kalkmamıştı öğretmen yerinden.''ben sana arkadaşını şikayet etme demedim mi ?''çat.Öğretmenimiz cümle ağzından çıktığında yükleme gelene kadar bekliyor sıra özne tümleç edat vb den sonra yükleme geldiğinde tokatı yapıştırıyordu.Yüklemsiz cümle tokatsız yüklem olmazdı.
    Muharebe sona ermiş.Bora aldığı yenilgiyi yüzündeki pembe kırmızısı bayrakla taçlandırmıştı.Ben hemen oracıkta belirtisiz nesne kıvamında takılıyordum.Çünkü en mantıklısı o an için oydu.Kocaman fil hortumundan çıkan homurtuyla beraber arkasını döndü . En önde öğretmenler masasının önündeki sırada oturan Necatinin gazetenin arkasındaki çıplak kadına (o zamanlar mayo ve bikini giyilmesi bile çıplaklığı engellemiyordu)baktığını görünce bir filin çıkaracağı azami sessizlikle yaklaşarak Necatinin enseye avuç içini yapıştırdı.
   Necati avuç içi kadar mutluydu artık.(Fatih Erkoç avuç içi kadar mutluluk yeter şarkısına gönderme)
(Bu şarkının tavşanlar için bir singılı çıktı o da şudur; Havuç içi kadar mutluluk)Necati hemen toparlandı.Diğer öğrenciler canlıların yaşama ortamlarını büyük bir dikkatle defterlerine yazıyorlardı.
-Kafalar önde çıt yok!
   Son pekiştirme cümlesi bizi birer ağaç yaşken eğilir kuşağına çevirmişti.
      Bora'ya sevimli bir dost şefkatiyle baktım.Elimle dizine poh poh yaptım.Kaşımla çöp tenekesini işaret ettim.Kafamla ''hadi'' dedim.Kıçımla olaya heyecan kattım.(jest mimik olayının tavan yaptığı dakikalar)
  Çöp tenekesinin olduğu bölge tarafsız bölgeydi.Ara ara kalemimi açma numarası yaparken Bora'yı kolluyordum.Ç.t.t.b.(çöp tenekesi tarafsız bölgesi) öğretmen tarafından çok fazla kollanmayan.Öğrencilerin fısıltıyla ders içinde sohbet edebildikleri tek noktadır.Gerekmedikçe oraya gidilmez.Gidildiğinde de hakkı verilir.
 Bora  ne var oğlum ?Geldim tavrıyla yanıma sokuldu.-Kusura bakma orti. Dedim.Kalemlerimizi açtık.Bora benim ki iyi açmıyor verir misin senin açacağı dedi.bu barıştığımız anlamına geliyordu.İlk tokat sonrası küsmüştük çünkü.
  Tam sırasıydı artık sorabilirdim.Bora da yumuşamıştı.
-Ne dedin sen demin Bora?
-Eeeehhh!! ....s...kecem şimdi.Kurbağalar çok para ediyomuş.
     Bora bunları söylerken bağırmıştı.İlkokul dört öğrencisine hiç küfür yakışıyor muydu?Sınıftakiler otlanan antilopların aslan gördüğü andaki haraketi   yaparak aniden ve sessizce kafalarını kaldırdılar.Önce bize sonra öğretmene döndüler.Öğretmen gazetenin en son sayfasında en üst sağ köşedeki 5cm'ye 10 cm lik seksi apla resmiyle entellektüalizmin doruk noktasına ulaşmış ve bedeniyle olmasada ruhuyla başka dünyalara doğru yol almıştı.Bir terslik olduğunu anladığı anda gazeteyi buruşturup masanın üstüne vurdu ve hönkürdü:
-Noluyor orada?(ne olduğunu anlamaya yönelik zaman kazanma sorusu)
Öğretmeniiiiimmm Bora ayıp laf ettiiiiiiiiiiii....Antiloplar bu tür durumlarda koro halinde konuşma becerisine sahiptiler.
-Ne dedi?
  Sınıftakilerin toplu halde ''s.....keeeeeeceeeeeemmmm dedi ''Demelerini çok isterdim.Ama demediler.ve bi kaç kişi söyleyemeyiz öğretmenim.Ama Furkan'a dedi diye bağırdı.
   Öğretmen küfürün üstünde durmadı .Bora  ya doğru Fantastik dörtlü çizgi romanında uzayan adam gibi uzadı ve sağlı sollu üç beş tekmeyle girişti.Yeter oğlum yeter!Nedir senin bu çocukcağızdan istediğin.Yeter Furkan'ı rahat bırak.Yüklemler peşi sıra geliyordu.Ve ben çimendim.Mazlum Çimen.
    Aradan geçen üç gün boyunca bu konuda Bora ile konuşmadık.sonunda cesaretimi topladım:
-Kurbağalar kaç para ediyor muş?

21 Aralık 2009 Pazartesi

Bu arada kim koydu tezgaha o yağı?


Sahi o karbüratöre ne oldu?


  Ben küçüktüm o zamanlar...Ve her küçük çocuğun amansızca istediği gibi ben de babamın işyerine gitmeyi çok istiyordum.(bu konuda araştırma yapılmışçasına keskin ve etkili bir giriş cümlesi yazdım.Her küçük çocuk babasının işyerine gitmek istermiş izlenimi verdim.Oysaki istemeyebilirler.Ben yüz çocuğa böyle bir soru sormadım ,doksan sekizinden de evet yanıtı almadım.Kendimden yola çıkarak bir genelleme yapmış durumdayım ve bunun yanlış olduğunu klavyenin tuşlarındaki harflere bastıkça anlıyorum)..Evet çok istiyordum çünkü babam her erkek çocuğun hayalindeki araçları yani otomobilleri tamir ediyordu.(Tamir eden yerine o tamir edilen aracı bozan kişinin oğlu olmayı da isterdim tabii..Uzun sürede istedim.Sonunda eski model bi araç aldık ama bu sonraları anlatılacak bir konu..''Ben gençtim o zamanlar'' başlığı altına dahil edilebilir.)
   Tamirhane ye gitmeden önce babamın adı sadece ''Tahsin'' di.Babam eve geldiğinde arkadaşlarından Necati,Rıza ,Abdullah diye bahsederdi.Ben Abdullah amca beyaz saçlı mı diye sorduğumda evet o şişman beyaz saçlı amca oğlum derdi.Benim için onlar sadece amcaydı.Tamirhaneye girmeden önce...
     Babamın ellerinden tutmuş üstü kapalı hangarın kapısından içeriye bakıyordum.İçerisi sağlı sollu karşılıklı atölyelerle bezenmişti(bezenmişti fiilinin hiç bir şekilde bu cümlede olmadığının farkındayım.Ancak bezenmişti kelimesini cümle içerisinde kullanmak istedim.''Yoksa babam bana bezenmişti aldı''demek daha abes olurdu ki onu yapmadım en azından.)Karşılıklı oto yıkama,motor,oto elektrik,kaporta boya gibi sınıflandırılmış tamirhanelerden kaporta boya kısmına geçtik.İçerisi inanılmaz güzel kokuyordu.Hani yeni ayakkabı alrsın güzel kokar,han, yeni plastik top alırsın güzel kokar,orasıda öyle kokuyordu.Babam tulumunu üstüne geçirirken sordu:''Neden sana eski kıyafetlerinden giydirdim şimdi anladın mı?Anlamadığımı bilirmişçesine benim yerime kendisi cevap verdi.
  -Üstün başın boya olursa eski elbiselerin olsun diye....
Kulağıma babamın konuşmaları ben suyun altındaymışımda o üstünden benle konuşuyomuş gibi geliyordu.O derece sarhoş gibi olmuştum.Acaip etkilenmiştim ortamdan..İşte o sarhoşluk halimi Rıza amca bozdu.Hem de ne bozuş.Bir büyüden uyanmıştım.
  -Kaportaaa!! piçini mi getirdin lan!!
Ne olduğunu anlayamadan kulaklarımın yanından ateş topu şeklinde babamın yanında çalışan Necati amca'nın sözleri geçti.
 -Lan Piç Rıza herkesi kendin gibi Piç mi sandın lan!!?
Anlayamıyordum...Etrafımda kahkahalarla karışık anlamadığım cümleler, lakaplar,kalıp kalıp raconlar dolaşıyorlardı.Hepsi sanki motorsikletlerine binmiş etrafımda daire çizerek beni, masum bir çocuğu ezmeye çalışıyorlardı...Korkmuştum.Babama baktım.gülüyordu.bir anda sureti uzaklaştı flulaştı.Gel buraya Samet diye bağırdı.Allahım sadece Samettim.Samet önümde veya arkamda herhangi bir takı lakap yoktu.Şükürler olsun du.
    ''-Oğlum git Takoz'a karbüratör noldu diye sor.Kaporta Tahsin'in oğluyum de.''
Takoz'u motor bölümünde buldum.karbüratör diyene kadar on dakka uğraştım.On dakikanın sonunda ağlıyordum.Takoz Apo önde ben salya sümük arkada babamın atölyeye geldik.
     -Oğlum kapooo diye bağırdı Takoz..Ne diyor oğlum bu?Bi bok anlamadım..
''Bok''Daha da çok ağlamaya başladım.Beni babamın gönderdiğini ifade edememiş.Karbüratör demeyi becerememiş.Üzerimdeki bu sorumlulukların altında ezilmiş salya sümük bir çocuk haline dönüşmüştüm.Ve bok diyen bir amcanın Takoz Apo nun yanındaydım.
    Benim dışımda herkes gülüyordu.Acı, keder,yanlızlık yoğrulmuş bana sıvanmıştı sanki.Korkmuştum ve yanlızdım..
    Sonraki yıllarda bir daha babamın işyerine gitmedim.Babam neden gitmediğimi anneme bir türlü anlatamadı.

Şimdi diş hekimiyim ve benim hiç Naylon Ömer,Bıçkın Mehmet gibisinden arkadaşlarım olmadı..Eksikliğini hissediyormuyum bilmem.Ama o gün çok sıcak gülüyorlardı bana.....

17 Aralık 2009 Perşembe

BMX bisikletler furyası geri döner mi acaba?


Ben küçüktüm o zamanlar...İnanın her çocuk kız erkek farketmez (eskilerin,benden bile eskilerin ,hatta benden bayağı bi eskilerin deyimiyle velespit)bir bisiklet ister.(benden küçüklerin,benden bayağı bi küçüklerin deyimiyle pisiklet)...İstemeklede kalmaz bu araç eline geçip gidonu tutana kadar..Seleye oturana kadar değil dkkat!Çünkü bisiklet isteyen deli minikler bisiklete binmeyi bilmedikleri için bisikletin gidonundan tutup düşmemesi için yanında durur sonra içlerindeki merakla yaşarlar...
   -Ben bunu istedim de nası bineceğim ule?
Ama diz kapaklarında oluşan yaralarla ters orantılı olarak bu binme eylemini gerçekleştiren miniler bir süre sonra ustalaşırlar.Diz kapakları bu duruma sevinir tabii..
   Ben pek küçükkene öğrendim pisiklete binmeyi.Arka tekerlerin her iki yanında bulunan küçük tekerler pisikletimin düşmesini engellediği için kolay olmuştu bu örenim süreci....sonra pisikletle arama soğuk rüzgarlar girdi.Dört yaşında öğrendiğim bu eylem le aramızda lodos esmesi için tam tamına 6 yıl geçmesi gerekiyordu.
    Babama yazıyla ellibin defa söyleyince iki seçeneği kalıyordu...Ya beni döverek susturmak ki bunu hiç yapmadı Allahtan ..yada bi Pisiklet almak.
    Neden çizdin üstteki kelimenin altını ha ademoğlu diyen okuyanların dikkatine sunmak isterim..Reva mıdır daha 10 yaşında olan bi bebeciğe çift göbekli yaklaşık 35 kg olan bir yük bisikleti almak...Evet yük bisikleti.Ben ona yük bisikleti diyordum çünkü başka bi halta yaramazdı.Etrafımdaki çocuklar mini mini BMX marka pisikletleriyle dağ bayır aşarken ben yanımda taşıyordum o hayvani aleti.Çünkü ağırdı.çünkü çelimsizdim.Çünkü kocamandı.Ve herkes benle dalga geçiyordu.Düşünün etrafınızda ki herkes mini cooper marka yada çakması arabalara biniyor siz hidrolik olmayan direksiyonlu 1967 model forda biniyorsunuz.Ve arabaların benzini yok ayaklarınızın altına delinen bir yerden ayaklarınızla kullanıyorsunuz bu arabaları.Abarttım ama gerçekten bu kadar vahimdi durum.O bisikletle ancak arkasına bir tekne koyularak domates biber satılırdı.Yanlız ara sıra bizim orada futbol maçları oluyordu.işte o maçlara giderken babam bisikletle gidiyordu benim bisikletimle.İşin komik yanı bi gün onuda gördüm bisikleti taşırken.
       Sonra ....sonra ne mi oldu?Ben pisiklete bisiklet demeye başladım.diğer çocuklar bmx li anılarını anlattılar.bmx bisikletleriyle yüzmeye gittikleri o günleri,tarlasından çilek çaldıkları o günleri,bensiz yaşadıkları yaşanmışlıkları.O sırada ben ne mi yapıyordum pisikletimin gidonundan tutuyordum düşmesin diye....
     Utanmasam şimdi gidip bi bemiks alacağım ama o zaman sanacaklarki ben bisikletiyle gösteri yapan bir kişiyim.Olmayacak tabii..Peki o halde bemiks furyası geri döner mi acaba..?

16 Aralık 2009 Çarşamba

Barış Manço ve Cem Karaca beraber şarkı söylemişler haberim yok a dostlar!!



Küçüktüm o zamanlar...Barış Manço,İbrahim tatlıses,Nazan Şoray vs.nin(Albümdeki diğer şarkıcıların hatırlanmaması üzerine o şarkıcılara toplu halde vs. demek ne menem (Carlos menem)bir saygısızlıktır ki o nu ben yapıyorum şu anda, sonrasındada hepisinden özür diliyorum o bilmediğm şarkıcılardan.)şarkılarının olduğu bir albüm geçmişti elime.Albüm dediğim üzerinde karışık yazan, gerçekten karışık bir şekilde yazılmış ve silinmiş bir kısmı bulunan etiketli bir kasetti.Bizim köydeki evde yıllardır bulunan kocaman teybe ki o teyp istesen füze fırlatma rampası olarak kullanılabilecek kadar devasa bir aletti.
Neyse o teyp hiç kaset yüzü görmemişti.Kasetle aralarında organik bir bağ bulmak imkansızdı.İşte ben üzerinde karışık yazan kaseti zorlada olsa teybin o namahrem kutucuğuna yerleştirdiğimde cazır cazır seslerin ardından İbrahim Tatlıses'in sanırım bir kadınlar matinesinde söylediği hareketli türkü çalmaya başladı.Özürlerimi kabul edin lütfen hatırlamıyorum.Zaten bunları yazmamın sebebi de o kasetten hatırladığım tek şarkı üzerine.Eğer diğerlerini hatırlasaydım bu yazı olmazdı zaten.O şarkı ardından bir kaç şarkı ve sonrasında geri sarma tuşunu keşmetmemle defalarca dinlediğim o şarkı.
''İşte hendek işte deve''.....Barış Manço ile o yaz tanışmıştım.Ve çok sevmiştim.Sadece o şarkısı bile bana onu sevdirmeye yetmişti.Televizyonda siyah bez görüntüler eşliğinde yüzükleri ve onu gördüğümdeyse hayalimdeki adamla hemen hemen aynı sıfatları taşıması pek bi hoşuma gitmişti.(yada daa önce resmini falan gördüm bilinç altıma yer etti.sonrasında bu durum beni kendi kendime gururlandırdı)
Aradan yıllar geçtiğinde Cem Karaca ile de tanışacaktım.Sonra yine yıllar geçecek ve ikisinin arasında çeşitli sebeblerden dolayı soğuk rüzgarlarestiğini duyacaktım.Belkide efsaneydi ama onlar yinede Fenerbahçe ve galatasaray dı her daim.Tamam bağlıyorum.Geçen gün youtube da geziyorum.Hava soğuk ve yağmurlu..Barış Manço yazdım ve beraber söyledikleri o şarkıya rastladım.Yaa evet beraber şarkı söylemişler a dostlar haberim yok.Yüzümde anlamsız bir gülümseme dinnedim onnarı güzel güzel...
Ben Cem Karacayı da çok sevdim Barış Manço'yu da ........

15 Aralık 2009 Salı

Düğünüme telgraf çekmişler a dostlar!!


Ben küçüktüm o zamanlar,ve o zamanlar ben düğünlere gittiğimde pastayı beklerdim sadece.Beklerken de küçük (o zamanlar aynı yaşta oluyoruz )kızların birbirleriyle salak salak ettikleri dansları izlerdim.Tuvaletim gelmesin diye dua ederdim.(aslında etmezdim.Dua nedir bilmezdim)Neyse tuvaletimin gelmesini istemezdim.Çünkü önceki düğünlerden birinde,sanırım selma aplaların düğünüydü.Tam pasta gelmişken donuma işemiştim.Heralde annemde o pastalardan düğünden düğüne yediği için herkes pasta yerken altımı deiştirmek zorundalığı yüzünden iyi bir dayak çekmişti bana.İşte o zamandan beri selma aplaların düğününden beri altıma işememek için kastırırdım.Kalitesiz üçüncü dünya ülkesi markalı meyve suyundan(yada kayısı suyuysa turuncu boyalı,fişne suyuysa kırmızı boyalı sulardan) bol bol içince bu temenni yani işememe temennisi işe yaramıyordu.işe - tiyordu.
Neyse işte pasta geliyordu.Tamat abi kelin apla pıçaa beraberce tutacak,pastayı kesecek ve bizde yiyecektik.
Ama yoooo!her yaşanmışlık bir film kesitidir oysaki.Damat bey'in Çankırı da yaşayan aile dostu(Aile dostu nedir şimdi.)Telgraf gönderir.O telgrafı gönderen kişilerin genelde adı ya Kemal dir,ya Nevzat...Film kesiti dedim ya pastaya ulaşmamız arkası yarın tadına varmıştır artık o telgraf la beraber.
İşte olay orada başlar.Gelinin boynuna beşi bi yerde takan dayı hafızalardan silinir gider,burma bilezik takan teyze Nebahat telgraf adı anıldığı anda beynin ötelerine gönderilmiştir zaten.Vay ki ne vay küçük altın takanların hali....
''Düğününüze katılamadığım için özürlerimi sunar,gelin ve damada bir ömür boyu mutluluklar dilerim''
Telgraf düğünde tok sesli ve ilkokul mezunu olmayan (orta mezunu eh,lise mezunu ve tok sesli ise şüüpeeer)biri tarafından tane tane okunur.Vay vay vay!!! Kemal bey telgraf göndermiş a dostlar.Bu arada ben bu Kemal beylerden tanımadım hiç.Tanısaydım süper olur muydu bilmiyorum.Ama o telgraf çeken kişi beni hep derinden etkiledi.Düğüne gelen herkesi etkilerderdi zannımca.Telgraf okunurken saçını başını düzelten aplalar hatırlarım.O dakka multi vizyon gösterisi versen o aplalar naparlar tezahür bile edemiyorum(Ödev:Tezahür cümle içinde kullanılacak...)Bi telgraf bu denli etki eder mi eder....
Neyse sıkıldım ben şimdi.Yazıyı bitirme zamanı
İşte telgraf ben küçükkene böyle bi etki bırakırdı insanlar üzerinde.Ozamanlar telefon bile insanların sıraya girerek ulaştığı bir teknolojiydi.Zaman geçiyor,ben o Kemal Bey'leri özlüyorum bazen.Bu arada pastayı da yiyemedim.O günde işemiştim(Kemal Bey'in yarattığı etkiden olsa gerek.....