9 Ocak 2010 Cumartesi

GEREKSİZ FİLMLER KUŞAĞI 1 - ''G.I.JOE.''


     Dünyanın sonunu getirebilecek düzeyde önemli dört tane nükleer silah başlığının taşınması sahnesiyle başlayan salak filmde nükleer başlıklar bütün kötülerin en sevdiği renge sahip:''fosforlu yeşil''...Kötü adamlar her zaman olduğu gibi yeşil ''reaksiyonel determinatör füzyon parçalayıcıları'' zor da olsa ele geçiriyorlar ama filmin kahramanı olacak sert karizmatik ''beyaz ''la esprili ve yalaka ''siyah'ı'' öldürmüyorlar.Neden?Çünkü onlar kötü ve zeka seviyeleri ''kondürüksiyonel klimetrik seriyosfil'' düzeyinde.Bilim kurguya dayalı kalitesiz filmlerde inandırıcılığı arttırmak için kullanılan anlamsız bilimsel kelimeler tamlamaları bu filmdede yeterinden çok kullanılmış.Ancak iyi adamların ''partiküler neo modifikatör tarayıcıyı'' bu filmde kullanmaması beni çok şaşırttı.

  Amerikan film klişeleri toplama ve dağıtma co.inc e girdiğimizde kapıda beni john dark karşıladı.
      - John!'' Hey!lanet olası pis beyaz naber?''dedikten sonra ,tek elimle toka yapıp diğer elimle omzuna bir defa vurdum.Omuzlarımız birbirine bir defa çarptı ve ağzında sakız olan gözlüklü pis beyaz dostum John bana ''Hoşgeldin'' Gönül ne yapıyor?Hala çocukları okula götürürken geç kalıyor mu ha?''Ha ha ha'' dedi.Kapı girişi karşılaşması klişesini yerine getirmiştik.John Gönül'ü belki bir defa görmüştü.Gönül umrunda bile değildi hatta.İki çocuğumun isminide biliyordu ancak bu kozunu ilerleyen dakikalarda sohbet tıkandığında kullanacaktı.İçeride oval kocaman bir platformda onlarca bilgisayar dizilmiş ,herkes çalışıyor görünümünde tuşlara basıyordu.Ekranlarda kimsenin anlamadığı görüntüler ve terimler akıyordu.John bir bilgisayarın başında durdu.bir iki tuşa bastıktan sonra enter tuşuna bastı.İzinsiz olarak bilgisayarı kullanılan kişi hiç bozulmamış hatta minnetle John a bakmıştı.John her türlü bilgisayarı süper derece kullanıyordu.
   -Bak seni kiminle tanıştıracağım? karşımda uzun dağınık sarı saçlı hafif kirli sakallı Amerikan klişeleri toplama ve dağıtma kopereyşında çalıştığına inanılmayacak derecede serseri görünümlü biri vardı.
   John devam etti.''Bu Mike kendisi M.İ.T (em ay ti)yi birincilikle bitirmiştir. Giremeyeceği tekst yazamayacağı klişe yoktur.Öyle değil mi Mike?''Mike oralı bile olmadı.Bu davranışı klişeleri ne kadar iyi bildiğini gösteriyordu.Mike' ı sevmiştim.
  -Eee Mike benim için nelerin var ha ahbap(dude)?dedim.
Mike önüme rulo şeklinde ki kağıdı bir çırpıda açtı.Rulo kağıt 3 saniye öncesinde ruloluğuna büyük bir inançla sarılırken Mike ın eliyle kendisini açmasına hiç kızmamış dümdüz olmuştu ve karşımda duruyordu.Mike kulaklıklarını julağından çıkardı ve bin dolarlık ayfonu sanki üç dolarmış gibi rulonun yanına attı.Kulaklıktan Steppen Wolf'un ''born to be wild''şarkısı bangırdıyordu.Bu bangırdama Mike 'ın ne kadar çılgın bir adam olduğu klişesini göstermek için yegane bir fırsattı.Yan tarftaki kalem kutusunu aldı ve beş altı defa güzelim ayfonu hunharca hırpaladı.Müzik susmuş ayfon ölmüştü. Mike beni göstererek:
    Hey Man ..Ho is the mother fucker gibi birşeyler mırıldandı.Lafları ağzında yuvarlıyordu.Tane tane söylese belki anlayacaktım ama motherlar ve fucker lar yuvarlandığı için bir sorun görmemiştim.

  Yapmam gerekn bir film var ve bunun için senin klişelerine ihtiyacım var ahbap dedim.Tam o sırada ayfon dan'' boooooorrnnn tuuu beeeee '' sesi yükseldi.Ayakkabımı çıkararak mike ın bana güvenmesini sağlayacak olan ayakkabı topuğuyla ayfon öldürme sekansını gerçekleştirdim.Mike ve John hayran olmuşlardı.Yolculuğum boyunca çıkarmadığım çoraplarımın kesif kokusu ortama ayrı bir heyecan ve adrenalin katmıştı.
    Mike bana gülümseyerek tam rulanun ortasına parmağıyla bastırdı.
-İşte sana son klişem;''Kötü kadın filmin sonunda iyi adamla anlaşıp , beraberce kötü adamları haklayacak''Kötü kadın iyi tasarlandığında ,saçları sarıyken siyaha boyanıp tam kulağının arkasında iyilikleri yokolsun diye enzim şırıngalandığında  yenilmez bir klişeye dönüşüyor.Tabi ilerleyen dakikalarda geçmişteki güzel günleri hatılama klişesi flaşback lerle desteklenecek.Yoksa iyi çalışmaz!Hey ahbap bu klişeyi kullanabilir misin ha!
  -Aradığım klişe buydu.evet mıke Evet mike!!diye iki defa yumruğumu sıkıp oley anlamında sağdan sola salladım.john gevrek gevrek gülüyordu.

    Sonra bir kaç birimden daha bir kaç klişe aldım.klasik klişelerdi ama olmazsa olmazdı.Çocukluğunda ilaçlama uçağı kullanan gencin en süpersonik uçağı büyük ustalıkla kullanması.Aptal görünümlü iyi kadının soyu tükenmiş dilleri su gibi konuşması,İnanılmaz derecede akrobatik ve süper japon savaş sanatı ustasının herkesin içinde kahraman tarafından yere serilmesi,Filmin sonunda konferans salonu gibi bir yerde sadece sayılara ve göstergelere bakan onlarca insanın göstergelerden çıkardıkları olumlu sonuçla oleey diye bağırıp,gülüp,birbirine sarılması gibi klişeler aldım.Yeni filmim hazırdı.
   Çıktığımda yardımcım Elena'yı aradım(tabi ki sarışın ve gözlüklüydü ve büromda durmadan sevişiyorduk)Hemen gazete ve televizyonları arayıp bu film için 4 km film 8 km kablo 14 bin litre benzin harcadığımızı duyurmasını istedim.Ayrıca çekimlerde iki kişinin öldüğü ve 5 kişinin yaralandığı söylentisi ni de ekledim.Sevişme sahneleri içinde yastık ayarlamasını söylemeyi unutmadım tabi.
  Dörtyüz milyon dolar harcadığım filmim için riske giremezdim!

6 Ocak 2010 Çarşamba

2012: KAYBEDENLERİN DİRİLİŞİ 2

Kıçımdaki sandalye ve ben o kadar merkezdeydik ki kapıda dikilmekte olan Erkut ;
-Sen Funda'yla nasıl bu şekilde konuşursun ?Arkadaşım !!!dedi.
(arkadaşım hitabının bilinçaltı: Bak seni sevmiyorum.Salağın tekisin.Bana karşı yapacağın hoşuma gitmeyen bir hareketin,sözün,tavrın,davranışın,jestin,mimiğin dayak yemene yol açar.)
Parantez içindekilerin birini bile yapmak istemiyordum ancak ''Sen kimsin !'' den oluşan iki kelimelik gel beni döv kalıbı ağzımdan çıkıvermişti bile.Erkut bana doğru yaklaşıyordu ve sadece filmlerde olacağını düşündüğüm sahne yani Erkut'un önündeki herkesin Erkut'a bakarak geri çekilmesi ağır çekimle gerçekleşiyordu.Montumu br kez daha zorladım.Heyecanım yükseliyordu.Aslında herkes heyecanlanmıştı.Kızlar ellerini kalplerine koyma hareketini mükemmel bir şekilde yaparken erkekler yanlarındaki kızlara sarılıyorlardı ben seni korurum dercesine..Funda Erkut lütfen !!diye aşırı samimiyetsiz ve sırf ortamın jargonuna uysun diye benim için uygunsuz bir laf sarfetti.Sen kimsin sorusu cevap bulmuştu.Sırf rol çalmak için yapılan bu girişim ne Erkut nede benim tarafından dikkate alınmadı.

 -Madem bir bayanı dansa kaldıracaksın(bunları söylerken Funda'ya bakıyordu)adam gibi kaldır.Önce montunu çıkar!
     Ne diyeceğimi şaşırmıştım.Erkut Kadir İnanır saygısı kazanmıştı ve üç level birden atlamıştı ''Party girl ''oyununda .Ben yaklaşık dört dakika öncesine kadar kazananken artık kaybedendim.Falco şarkısını bitiremeden kaset yuvasından kovulmuş,Erkut sempatizanlarından biri tarafından kafenin sahibine uzatılan Cengiz Kurtoğlu albümü çalmaya başlamıştı.Kafe'sinde olay çıksın istemeyen sahip ise sesini çıkarmamıştı bu gelişmelere.İşte ben o sırada yıkıldım.Erkut beni yukarıda söylediği cümlelerle zaten dövmüştü.Şimdi ise Funda'nın kulağına birşeyler fısıldıyor, Funda'da ellerini birbirine çırparak ayaklarının ucunda zıplıyordu.Etrafıma baktım.Liseli akranlarım masai kabilesinin yeni şeflerine hürmetini sunması gibi gidip Erkut'un omzuna iki pat yapıyor,sonra kız arkadaşını dansa kaldırıyordu.''

''Eline uzanıp tutmak istedim
Boynuna sarılıp öpmek istedim
Gittiğin yerlere gelmek istedim
Resminle konuşup ağladım bugün.....

    Cengiz Kurtoğlu çok içli söylüyordu.''Fısıltılar işe yaramış olacak ki Funda Erkut'la dansetmeye başlamıştı.Sanırım Görünmez adam filminin yönetmeni o sırada bizim kafenin yakınlarında bir yerdeydi ki benim yavaş yavaş yokoluşumdan esinlenerek bu filmi yapacaktı.Hiç oralı olmadım.Zaten yerlerde sürünüyordum.En azından aldığım hediyeyi bırakmalıyım diyerek cebimden paketi çıkardım.Masanın üstüne koydum.Ayağımla sandalyeden güç alarak deri montumu asıldım.(Erkut'un tavsiyesiyle montu üzerimden çıkarmıştım)Hafif yırtılsada (sonradan dikiş yerlerinin söküldüğünü gördüm.)montumu sandalyeden kurtardım.Paketi masanın üzerine koyarken bunu Funda'nın Erkut'un omuzları üzerinde yaslanmışken farkettiğini gördüm.Oralı bile olmadı.Kafeden başım önde çıktım.Kimse sırtıma pat yapmadı.
   
     Üç dört gün sonra Funda bir arkadaşı vasıtasıyla o gün masanın üzerine bıraktığım paketi gönderdi.Açılmamıştı.Mithat iyi bir çocuk ama bana göre değil demiş.Vasıta arada onuda söyledi.Yani terkedilmiştim.Hem de level atlamadan.Paketi açtım.Aldığım hediyeyi teybe koydum.kanepeye dizlerimi çekerek uzandığımda kaset çalmaya başlamıştı bile.

''Eline uzanıp tutmak istedim
Boynuna sarılıp öpmek istedim
Gittiğin yerlere gelmek istedim
Resminle konuşup ağladım bugün.........

2012 KAYBEDENLERİN DİRİLİŞİ 1

  (Bir Fırat Budacı öykünmesi) (aynı yaştayız ama saygıyla selamlarım)
 2012: filmde kitabı sadece 425 tane satan ve bu durumdan dolayı geçim sıkıntısı çeken,yaşamak için limuzin şoförlüğü yapan ve büyük ihtimalle yukarıdaki pozisyonların alt getirilerinin birikimi olarak boşanmış bir kahramanımız var.Karısı Kaliforniyanın önde gelen estetik cerrahlarından biriyle beraber.Çocukları da bu durumdan memnunlar.Adam eskide kalan biri,yaşanılmış ve tüketilmiş.Bir kaybeden olarak bizlere sunuluyor film boyunca.Kitabı 425 tane satan bir şoförden beklenmeyen çeviklikler,zeka pırıltıları,cesaret örnekleri sunuyor.Ailesini kurtarmak için yırt deseler kıçını uzatacak o denli.Sormazlarmı adama dünya yok olunca mı aklına geldi süperhero olmak?Tabi ki hayır yüzüne her baktığımda ağzının kenarında klişe kalmış sil demek geliyor insanın içinden.(ben demek istiyorum,genelleme yapmak adına ''insanın içinden'' kalıbını kullandım.Benim asıl dikkatimi çeken esas oğlan değil.''Estetik abi''; adam iki çocuklu bir kadına gel beraber yaşayalım diyor,sana malım mülküm feda olsun porche(porş)m var,evim var oğluna aldığım ayfon var,üstüne üstlük ilerde memelerin sarkarsa ben varım ,yani herşeyimle sizinim diyor.Filmin son on dakkasına kadarda bizim con kuşakla (john Cusack) yukarıda söylediklerinin ispatı için uğraşıyor.Ama ne oluyor?
 Ölüyor.Neden?Çünkü bizim bebelerini alıp ''senin kitabın sadece 425 tane sattı.Hayırsız herif! Eve ekmek te getirmiyosun diyen kadınımız, film gereği dünya yokolurken karısını ve çocuklarını hatırlayan kaybedenimize tekrar aşık oluyor ve onunla tekrar beraber olabileceğinin sinyallerini veriyor.Estetik abi bunun farkında değil mi? Farkında ama o kadar iyi niyetliki sesini çıkarmıyor.Ben nasılsa öleceğim bari arıza çıkarmadan çekip gideyim,seyirci bana lanet okumasın diyerek çarkların arasında ezilip gidiyor.
   İşte ben tam burada filmden soğudum pozisyonunda oturmaktan,tiksindim senden pozisyonunda oturmaya başlıyorum.Bre Kadın!!! Daha iki gün önce öptüğün,seviştiğin,ekmeğini paylaştığın adam çarkların arasında ezilmiş,feryat figan ölmüş!İnsan bi ağlar insan bi bağırır,insan bi ağıt yakar....Hiç olmadı ''Ah be Mayki (estetik abinin adı bu olsun) ne iyi adamdın sen,ne yiğit cerrahtın sen be Mayki'm,Can Mayki'm der!Adam yememiş senin bebelerine babalık etmiş,içmemiş salaklık etmiş.(Trakyalı film eleştirmeninin gözünden:İnsan içmez mi be ya! (H)Adi yemedin.İnsan bi içer janım abim be ya.Bak bizim oranın şarapı güzeldir.Koftiden değildir,bi içseydin iii olurdu ama neyse.Allah rahmet eylesin abimm).Sen napıyosun?Hiç bir şey olmamış gibi davranıyorsun.Mayki öldü!Yaşasın eski kocam!Gelin çocuklar eskiden terkettiğimiz babanıza sıcak bir merhaba diyelim.......
    O zamanlar gençtim.Uzun uğraşlar sonucu bir kız arkadaşım olmuştu.(sanki kumbarada para biriktirip almış gibi oldu.Ama öyle değil)Aşık olup olmadığımı bilmiyordum.Deneme sürüşündeydik her ikimizde.Birbirimizin ne kadar benzin yaktığı önemli değildi daha.Sunroof umuz,klimamız,ısıtmalı koltuklarımızdan bahsetmek daha çok işimize geliyordu.Cd çalarımız bile vardı.
   Çıkmaya başlayalı iki yada üç hafta olmuştu.''Mithatçığım doğum günüme gelirmisin?''Daha ''sevgilim'' yada ''aşkım''level ine atlayamamıştık.Kuzum,Pompiğim,Ceylanım,Papatyam,Bebişim gibi zor level lar hayaldi şimdilik.''Mithat çığım cevap vermedin amaaaa'' O son anda uzayan ama lar kızların vazgeçilmezi olmaktan ne zaman vazgeçecekler bilmiyordum.Tabi gelmez miyim ''Fundacııımmm'' dedim.Oysaki aşkım yada bebeğim demeyi öyle çok istiyordum ki.Ama mesafe kaldırıcı onun elindeydi ve daha kullanma gereği görmüyordu.Doğum gününde hediyesini verirken aşkım diyecektim ama!Hem bu günlerde Funda'ya karşı anlayışlı olmalıydım.Önceki sevgilisi ile benim bilmediğimi zannettiği bir kıyaslama listesinde yanyanaydım.Erkut ile Mithat isimlerinin yanyana yazıldığı hayali bir listede aldığım olumlu tikler ilişkimin süresini ve seviyesini belirleyecekti.Şimdilik iyi gidiyordum.Hiç bir canım da yanmamıştı.Sürekli level atlıyordum.
   Doğum gününü okuduğumuz kolejin karşısındaki kafede yapacaktık.ben kafe sahibi ile konuşma ve pazarlık yapma gibi efektif olgun adam rollerini oynuyordum.Kafede çalınacak şarkılar için karışık bir kasette hazırlamıştım.Kafe sahibi biz kolej öğrencilerine iyi davranmalıydı çünkü bizler velinimettik.
     Saat iki sularında kafe'ye geldim.Kız arkadaşım ''Aha geldi benim yiğidim bakışı ile beni selamladı.Yanında oturduğu arkadaşlarından kalkabilirsin gülümsemesini aldıktan sonra beni daha önce görmeyen diğer masadaki arkadaşlarına ''nasıl mal iyi mi?'' bakışı sundu.Kızlar ''mmmmh evet iyi,eh işte,ay bu ne böyle!''bakışlarından oluşan bir demet jest ve mimiği kız arkadaşıma sundular.Kız arkadaşım ''mmmh evet iyi ''yi aralarından cımbızla çekerek aldı ve bana yöneldi.Ne de olsa doğum günüydü ve olumsuz hiçbirşeyle karşılaşmamalıydı.Toto Cutunio dan ''L'İtaniao'' çalıyordu.O dönemlerin modası olan her tarafı metal düğmeli orasında burasında kemerimsi uzantılar bulunan bir deri mont vardı üzerimde.İçimde beyaz kaliteli bir
t-shirt ,buz mavisi bir jean ve timberland ayakkabılar.İnanılmaz afilli görünüyordum. (bir gün önce kız arkadaşımın ;''Fundacıııımın''yönergeleri doğrultusunda giyinmiştim)Kız arkadaşım,tüm bakışlar üzerimde egosuyla yanaklarıma dudaklarındaki ruj tabakası zarar görmeyecek şekilde öpücük kondurduktan sonra yerimize oturduk.Ben sağa sola ''merhaba''bakışları yönelttim.Tanıdığım arkadaşlara gülümseme ekledim.Sonra kız arkadaşıma ''ee naber ''dedim. Biraz konuştuk,güldük,arkadaşlarla liseli şakaları yaptık.Zaman ne güzel geçiyordu.Sıra dans etmeye gelmişti.''Falco: Jeanny'' çalmaya başladığında ''Fundacııım ''tam gözbebeklerime ihtiraslı ve bol şehvetli bir hadi beni dansa kaldır yakışıklı süzüşü kondurdu.Aşşkımm!!! diye haykırdım içimden.(O kadar adrenalin pompalarsan sadece haykırmazsın)
  Son derece artistik bir poz takınarak kalktım.Bir tıngırtı geldi.Arkamda bir ağırlık hissettim.Bir sandalye kıçıma sarılmaya çalışıyordu.Deri montumun kemerimsi uzantısı da sandalyeye yardımcı olmak ister gibi sandalyenin demiriyle oturulan kısmının arasına sıkışmış ve ısrarla çıkmıyordu.Sandalyede benimle beraber havalanmıştı.Bu durumuma herkes gülüyordu.Ruhumdan hızla kaçmakta olan James Dean yolda karşılaştığı Peter sellersin yüzüne bile bakmamıştı.Sanki Peter Sellers ruhumun kenarında hazırda bekliyormuş haberim yok.Uyanık pempe panter seni!Koşa koşa geldin!Kız arkadaşım Funda ayağa kalkmış beni bekliyordu.İkide bir arkama dönüp montumun kemerini sandalyeden çıkarmak için uğaşıyordum ama beceremiyordum.
    -Hadi ama Mitaaaaaat!!
Biraz kızgınlık,biraz şaşkınlık ,biraz dan çok ayakta kalakalmanın acı dolu bekleyişi ,ünlemi çok bir cümle kurdurmuştu Funda'ya. Ben de boş boş beklemiyordum hani!!İnsanlar bana har har gülerken ki liseli gülüşü çok pistir,ben aşkımı dansa kaldırmaya çalışıyordum  ....Ve bağırmışım.Bağırmışım diyorum çünkü o anı hatırlamıyorum.Zaten bağırmasaydım ağlayacaktım onu hatırlıyorum.
 - İki dakka dur be aşkım!!!.Biz şeyimizin keyfine mi seni bekletiyoruz.!!!Dur iki dakka!!(bu tekrar gereksizdi)
     Gülen insanlara ben ezik değilim gerektiğinde maço çıkışlarım olabilir mesajı da içeren bu kabasal (Tdk ya selam olsun:kabasal)söylem ortamın ateşini bir anda söndürmüştü.Kutuplara yolculuk filminde gemideki yolculardık.O sırada kimse kapıdaki genci farketmemişti.

1 Ocak 2010 Cuma

Her tepkiye aynı ünlem verilir mi?


              Kulaklıklarından kulak yolunu kullanarak aşırı endorfin salgılanmasına yol açan David Guetta şarkısı büyülü yolculuğuna devam ediyordu.Şarkının daha iki dakika otuzikinci saniyesindeydi ama daha önce dinlediği bir modjo klasiği'' lady here me tonight'' ve yine bir David Guetta remiksi olan Baby when the light şarkılarından sonra bu şarkı son noktaydı artık.Yeni aldığı mp3 çalarından yükselen mavi okyanus ışığına baktı.Bu çok hoşuna giden şarkının adını ezberlemeli ve otobüse neyim (neyim:Mp3 çaları kullanan kişinin karakter tahliline yönelik, bilinçli seçilmiş kelime yöntemi)bindiğinde direk bu şarkıyı açabilmeliydi.İnanılmaz bir sound du onun için bu tarz müzik, Yeni tanışıyordu hareketli müzikle.(Hareketli müzik:mp3 çaları kullanan kişinin müzik tarzları sınıflandırmasında alt sıralarda olan bir tür )Evet ara sıra televizyonunun müzik kanallarını değiştirirken rastlıyordu bu tür müziklere ama hiç bir zaman dikkatini çekmiyordu bu tarz hareketli insanın kanını kaynatan şarkılar.Demek ki  kulaklıkları kulak yoluna iyice tıkıştırınca bir de sesi açınca farklılık gösteriyormuş diye düşündü.Sonraki zamanlarında televizyonda bu tür video kliplere rastladığında daha farklı bir tavır sergileyecekti dans şarkılarına karşı.
 -''İnsanın kanını kaynatıyor'' dedi.''En azından kafa zikmiyor''.(Kafa ziken müzik tarzı dinleyici kişinin müzik tarzları skalasında en altlarda sürünen hiç sevmediği,duyduğu anda kulaklarını öbür tarafa çevirdiği tarzdı.Bu tarzda müzik yapan sanatçı veya gruplara örnek vermek gerekirse bkz:Metallica,slayer,Ac Dc, Manovar ve daha nicesi )
  Bir eliyle yana ayrılmış saçlarını daha da bir yana ayrılsın diye düzeltirken mp 3 çalarının olduğu eliyle de sanki o alet bir müzik çalgısıymış gibi ritm tutma çabasındaydı.
 -''Demek ki olay yüksek sesteymiş dedi.Müziğe karşı ekspertiz tutumunu bu cümle özetliyordu.''Demek ki olay yüksek sesteymiş''ikinci defa aynı cümleyi tekrarladığında mp3 çalarının mavi okyanus ışığından süzülen volüme yazısındaki 32 baremini son safhaya getirdi.Artık volüme 40 yazıyordu.
 Dünyaya daha bir farklı bakıyordu .Sanki herkes onu izliyor ,O da dinlediği çılgın müziğin etkisiyle Guy Ritchie nin video kliplerinde süzülüyordu. Dünya bir klip sahnesi ve O David Guetta nın hareketli müziğinde oynayan yakışıklı delikanlıydı.Baklava baklava kasları yoktu gövdesinde.Tıknazdı .Üzerinde ''büyüyüncede giyer'' yaklaşımıyla alınan ama bu alışkanlıktan büyünsede kurtulunmayan bakış açısının giydirdiği bir mont, altında ise adı olan ama konulmak istemeyen bir renk türü olan kahverengi ile yeşil karışımı ''kir göstermez''renkli bir kumaş  pantolon vardı.

  Önünde birer kuğu endamıyla salınan iki genç kızın yanından geçerken kızlara hafifçe baktı.Kızlar onunla hoş bir gece geçirmek istiyorlardı.Ne de olsa arkalarından hızlı, belirli bir ritmle yürüyen ,yürürken melodik vücut hareketleri sergileyen ve en önemlisi David Guetta dinleyerek geçen bir erkek söz konusuydu. Ama o oralı bile değildi.Oralı olabilirdi belki ama ilerleyen dakikalarda.Yapması gereken önemli bir işi vardı.Alışveriş merkezinin alt katındaki bilgisayar sarf malzemecisinden toner aldıktan sonra düşünülebilecek bir teklifti kızlarınki.O yüzden ritmini hiç bozmadı.Telefonunu ivedilikle pantolonundan çıkarıp dedektör kapısının yanına koydu.Avm nin kapısından ötmeden geçti.Herkes alışveriş merkezinin sol tarafından ilerlerken o ve mp3 çaları farkındalıklarını cümle alem görsün isteyerek sağ taraftan ilerlediler.ileriye doğru keskin ve atmaca vari bakışlarını kızlar arkasından geliyormu sorusuna cevap bulmak için bir süreliğine kesti.Bu kesiş sırasında yerde ters v şeklinde konulmuş,sarı plastikten üzerinde coution dikkat kaygan zemin yazılı uyarı levhasının farkına bile varmadı.Ayakları havadayken'' Love is gone''isimli hareketli şarkı 3dk 40 saniyelik büyülü yolculuğunu tamamlamış ,yerini Yavuz Bingöl den ''Turnalara tutun da gel'' şarkısına bırakmıştı.Yenilenmeyen bir track list(çalma listesi)(hadi canım!) sözkonusuydu.Ortada tutunabilecek bir şey de yoktu.Yapılması gereken kendini hayatın gerçeklerine bırakarak Yavuz Bingöl eşliğinde düşmekti.Kızlar alışveriş merkezinden teğet geçerek ilerliyorlardı.Gencin arkasındaki yaşlı teyze düşen bir insanın farkındalığı ile bağırdı.

  ''Ay!!'' bu teyzeler her tepkiye aynı ünlemi veren yaştaydılar...Ay!

25 Aralık 2009 Cuma

Kerem'in bana ettikleri -2


    Ben küçüktüm o zamanlar ve karşımda duran kıza iki çift laf edemiyordum.Evet iki çift.
    - Buz var mı?
Yok diyememiştim.Kız beni kekeme sanmış içeriye bağırmıştı.
-Ayyn  neeeee!(anne deki y annesine yav gel allahını seversen kurtar beni şu salaktan şımarıklılığın tanımı olan ''y'' idi.Sarışın ve mavi gözlü bir kızın bu kadarcık y kullanması çok normaldi.Ülkedeki sarışın oranlarının kuaförler sayesinde çoğaltıldığı bir memlekette ,üstüne üstlük iki de mavi gözünüz varsa ''y '' leri de istediğiniz kadar kullanırsınız, istediğiniz kadar da sakız çiğnersiniz.)(sakız pembe yanlız)....
   -''Özür dilerim.Kuzenim buz isteyecekti.Kolum yaralandı da pansuman yapmak için buz lazım oldu.''Sen ne zaman geldin bre kuzen!Adam arkam da bitivermişti.Koni cinsi köpek gibi (bkz:Lassie)sevimli bir yüz ifadesi takınmıştı.Merve ve ve sonradan gelecek olan annesine karşı bu kadar mı sempatik olunabilir di?
    -Nooollduu? Merv veeeeee?Merve'nin annesi içeriden kıçını bir sağa bir sola attırarak, bir elinde kumanda bir elinde sigara kapıya geldi.(ağızda ciklet:pembe)
  - Noldu çocuklar hayırdır?dedi.Bu arada annem de kucağında Betül kapıya gelmişti.
-Merhaba Nasılsınız?Çocuklar şakalaşırken ufak bir kaza oldu da..Kusura bakmayın Gökhan'ı da buz istemesi için size göndermiştim.
    -Aaaa tabi tabi ne demek!Alikoooo buz getir yavruuumm...
Ben arada kalmıştım.Kültürler arası kucaklaşmanın tam ortasında iki farklı kültürün kaynaşma çabasına tanıklık ediyordum.Pembe ciklet ailesi ve entel kıvırcıklar ailesi ...
 Aliko(Ali Kemal) ve babam da kapıya gelince ortada salak salak Roland Garros ların İngiltere de düzenleneni olan Wimbledon 'da  tenis sahasının ortasında kalmış top toplayıcıya dönmüştüm.(yazarın gereksiz bilgi vermesi)forhand ler ve back hand ler dostça savruluyor ben ve kıvırcık saçlarım ise ortada dikeliyorduk.Mal mal dikilen insanların eylem kelimesi dikelmek olarak dönüşüme uğruyordu.
  Nihayetinde aliko'nun buz getirmesi ve bana vermesiyle karşı komşularımızla tanışmamızda gerçekleşmiş oluyordu.
  -Arada gel de tavla oynayalım komşu.
Merve annesinin annemle sohbeti sırasında annesinin kolları arasında sakızını çiğnemeye devam ediyordu.Babam Aliko'nun tavla teklifine nasıl ret cevabı vereceğini düşünüyordu,ben ve Kerem ise Merve ye bakıyorduk.
   Aradan iki gün geçmişti.Kerem kolu sargıda olmasına rağmen Betül'e günlük süt almaya gidiyor, bense Dört kafadarlar Afrika'da kitabımı okuyordum.Annem yaz tatilinde kitap okumanın güzel olduğunu ancak ara sıra dışarıda çıkmam gerektiğini söyleyip duruyordu.Kerem buraya benim için gelmişti ve bunun vicdanı benim üzerime yüklenmişti.Nihayetinde Kerem yine mutfaktayken ''Haydi gel Kerem dışarı çıkalım dedim.''Kerem bana döndüğünde fısıldayarak ;-yakacağım seni dedi.Kolumu sen yaktın ben de seni yakacağım!O ana kadar yanımızda hep annem yada babam oluyordu.ilk defa yanlız kalıyorduk ve Kerem bana ilk tehdidini savurmuştu bile.dudağını hafif sağa kaldırarak tekrar etti.


-Bittin sen Gıvıııırcııııhhhk

.Kerem'in o dakka saçlarını yalayıp sağa yatırsan ardından ince bi bıyık koysan ''führer'in dirilişi'' isimli gösterime girmesi muhtemel korku filminde ki genç oyuncu rolü garanti olurdu.Ağır kanlı ve yavaş hareket eden ben hafifçe irkildim.ancak bu dostluk anlayışımın önüne geçemedi.Espiri olarak algıladığım Kerem tehditlerini gülümseyerek ve sonunda küçük bir heyecanlı hıh gülmesi ile taça atarak geçiştirdim.Ona karşı davranışlarım Kuzenler arasındaki gereksiz soğukluğu eritecekti.buna emindim.Basket sahasının oraya doğru yürürken,ben sitenin ne kadar güzel olduğundan falan bahsediyordum.Sahanın yanındaki bankta bizden yaşça büyük üç beş çocuk oturuyordu.Yanlarına doğru yürüdükDaha doğrusu Kerem yürüdü ben yanında seğirttim.Çocuklara iki metre kadar yaklaştığımızda beyzbolcu şapkasını arkaya doğru çevirmiş olan asık suratlı olanı kafama bir şey fırlattı.Saçlarım kıvırcık olduğu için attığı şey olan bükülmüş gazoz kapağı zıpladı ve yere düştü.Hiç bir şey hissetmemiştim.Ama acı geliyordu.
  - Geleli iki gün oldu,hemen Merve mi sevdin lan?
  İlkokul beş öğrencisine göre hayli ağdalı bir konuşma tarzıyla karşı karşıyaydım.Cevaplanması gereken sorular vardı.Cevap gecikmedi.Kerem kolunu numaradan tutarak üç kişilik bankın sıkıştırılmış kıçlardan açılan dördüncü kıçlık yerine oturdu.Bana gazoz kapağı atan bankın üstünde oturuyordu.Ayakları kıç koyma yerindeydi.

-Kerem bu mu döktü koluna yağı?
   Kerem başını öne doğru iki defa salladı.Çok masumdu.O masumiyet karşısında neredeyse bağıracaktım.''Evet ben yaktım.Benim suçum!!!''Ama böyle değildi.Ben dudaklarımı aralamışken açıklama yapmak için büyük bir çeviklikle gazoz kapağı çocuk karşıma atlayıverdi.Bu çeviklikten etkilenen diğer iki çocukta yanına geldiler.Biri omzuma hafifçe dürttü.Batı yakasının hikayesi filminden sahneler oynanıyordu.Karşımda gündelik kıyafetleri ile duran çocuklar sanki birer deri ceket giymiş saçlarını jölelemiş etrafımı sarmışlardı.
  -Ya noluyor yaaa (son yaa acımaklı)Bu cümle hiçbir şey ifade etmiyordu.Ben Merve'yi seven ama sevmemesi gereken,Kerem'in kolunu yakan,mahalleye yeni taşınmış bir ilkokul öğrencisiydim.Üstelik saçlarım kıvırcıktı.
 Sendelemiştim.Ama üstüne diğer omzumdan itilince yere düştüm.Kerem bankta kuzeninin ne kadar kötü olursa olsun tartaklanmasına üzülen iyi akrabayı oynuyordu.Yapabileceğim tek şey kamaktı.Hem lanet olsun ben ne anlardım ki kavga etmekten.İlk kavgamı da etmiştim zaten.
  Ağlayarak eve koştum.Olanları anneme anlatmak ve Kerem kabusundan kurtulmak istiyordum.Kapıyı arkamdan gelen zombilerden kurtulmak isteyen Michael Jackson endişesiyle çalıyordum.Ama açılmıyordu.O sırada karşı kapımız yavaçca açıldı.vücudunun diklemesine diğer yarısı içeride kalan Merve ağzındaki sakızdan aldığı izinle ''anneenn burdaağ'' dedi.Ağlıyordum.Kıçımda yere düşünce oluşan toz vardı.
   Girebilir miyim diye sordum.Bu sırada kolumla ağlamaktan akan burnumu sildim kolumda yeni yeni çıkan tüyler hemen sümüğümle uyum sağlayıp derime yapıştılar.Merve bu sahne yi görünce sakız çiğnemeyi braktı.Ve üst dudaklarıyla burnunu yakınlaştırarak halk arasında tiksinme dediğimiz mimiği gerçekleştirdi.
    -Giiir dedi.Arkasını dönerek içeriye doğru bir ceylan gibi seğirtti.İçeriye girdim ve ilkokul beşi yeni bitirmiş bir çocuk mızmızlanmasıyla Anneeeaaaea diye hönkürdüm.
  annem endişelenmişti.Hemen kardeşim Betül'ü Zeynep teyzeye uzattı ve uzattığı eller boşa gitmesin diye kafamdaki kıvırcık tüy yumağına çevirdi.Şefkate ve içinde bulunduğum zorluğu paylaşmaya ihtiyacım vardı.Anneme döndüm ağzımı açtım tam o anda kapı tekrar çaldı.dışarıda kuyruğuna basılmış bir kedi çığlık atıyordu sanki.Bağıra bağıra ''göstereceğim size gününüzü'' diye bağırarak ağlayan biri vardı.İçeri girmesi uzun sürmeyn bu kişi Kerem di.ama niçin ağlıyordu?
  -Şükran Yengeee Gökhan beni bırakıp kaçtııııııı!!
Annem aptala dönmüştü.Bir bok anlamamıştı ama küfretmek yasaktı.O yüzden ''Neler oluyor burada biri bana açıklayabilir mi lütfen ''dedi.Kerem hemen söze girdi.Biz gökhanla oynamaya gitmiştik orada serseriler bizi dövmeye kalktı.(bu sıada hafif fafif hıçkırıyordu)Gökhan beni bırakıp kaçtı.Bende dayak yedim yengeeee..
 -Hem kolumuda büktüler.
B sınıfı bir filmde,klişe bir senaryonun içinde kötü adam olmuştum.Saçma sapan bir kabusun içindeydim.Ve ben gerçekten küçüktüm.......

Kerem'in bana ettikleri -1

   Ben küçüktüm o zamanlar ve oturduğumuz siteye yeni taşınmıştık.Yaklaşık iki hafta oluyordu.Çok mutlu olmuştum.Yeni site demek yeni arkadaşlıklar ve yeni bir heyecan demekti benim için.''Basket sahası bile var!'' demişti babam anneme.Annem profesyönel basketçiydi ve Efe Aydan 'la (araştır:Efe Aydan )top koşturmuşlukları vardı.Babam deseniz ha keza o da attığını sokardı potaya.Hayatlarında basket potası bile görmemiş olan annem ve babam için nasıl bir taşınma kıstası olabilir ki basket potası?
   
   Bana sorsanız o ağır topu bırakın potaya atmak havaya bile kaldıramıyordum.Kıvırcık simsiyah saçlarım ve tombulumsu yüzüm  Magic Johnson vari bir hava yaratıyordu ortamlarda ama dikkatinizi o ''vari'' kelimesine çekerim.o kadar yani.Magic le tek ortak yanımız saçlarımızın kıvırcıklığıydı heralde.Zaten o yan da ilerleyen yıllarda Magic in saçlarını kazıtmasıyla son buldu.
  İki hafta içinde bir yada iki kez dışarı çıkmıştım.Yeni arkadaşlar istiyordum ama kanımda pek ağırdı.Kanın ağırlığı deyimini bilmiyordum ancak üzerime de çok yakışıyordu hani.
     Annem ve Babam içeride konuşuyorlardı.
''-Hayati bence Kerem'i çağıralım o Gökhan'ın sosyalleşmesine katkıda bulunacaktır bence.''
   ''-Evet haklısın galiba.Hem bu durum Kerem ve Gökhan için de güzel bir değişiklik olur.''Annem le babam sürekli kitap okuyan bu doğrultuda bana da telkinlerde bulunan bir çiftti.Öyle ki bu durumları günlük hayattaki konuşmalarına bile yansıyordu.Bizim ev bir dünya sahnesi bizimkilerde oyuncularıydı.Üç gün sonra benim yerime alınan karar doğrultusunda kuzenim Kerem bizdeydi.Babam otogardan alıp gelmişti Kerem'i.Sıcak bir karşılama yanaklaran öpücüklerle beraber, Annem bir kucağında bir yaşındaki kardeşim Betül diğer tarafında ben gülücükler içinde en sevimli haliyle ''Hoşgeldiiiin Kereem ''dedi.Sonra eliyle omzumu itti.Bu hadi sende sarıl,hoşgeldin de bakalım itişiydi.Ben tanımıyordum ki Kerem i....
    Ama aldığım nezaket ve terbiye gereği Hoşgeldin Kerem cümlesini ben de tekrar ettim.Ertesi sabaha güzel bir kahvaltı bizi bekliyordu.Uyanıp banyoya giderken mutfaktan ''yanacaksınıııız yanacaksıınıız.Hepinizi kızartacağıım diyen bir kuzenim olduğunu duydum.Mutfağın kapısına geldim.Hoş ve güzel bir günaydın dedim.Kerem bir anda sıçradı ve tavaya elindeki patatesleri fırlatıverdi.Tavadan sıçrayan yağ ise Kerem'in koluna ilerleyen yıllarda edineceği kız arkadaşlarına anlatacağı  binbir etkileyici kahramanlık  hikayesinin ispatını kondurmuştu.Kerem çığlık çığlığa bağırıyordu.Annem koşarak Ne oldu burdaaaa? diye bağırırken içeri ki odadan altının değişimi yarıda kalan kızkardeşimin bağırtısı geliyordu.Tam bir kaos ortamıydı.Herkes bağırıyor ,ben salak salak etrafıma bakınıyor,nerede olduğunu merak ettiğim babam ise tuvaletin açılmayan kapısına lanetler yağdırıyordu.Evet lanetler yağdırıyordu çünkü bizim evde küfür edilmesi yasaktı.
  Açılmayan bir kapıya ''lanet olsun sana'' diye bağırmak o kapıyı iknadan çok amerikanlaştırırdı.
-Hayatiii!! Annemin bu çaresiz yakarışı Kerem'in acısını geçirmiyor,babam daha da bir panik oluyor içeride ki kardeşiminde yatağı humuslu yatağa dönüştürmesini sağlıyordu.Artık annemlerin yatağın üstünde hertürlü domates biber yetiştirilebilirdi.
   Aradan geçen yirmi dakika sonrasında uzun uzun soğuk suyla pansuman yapılan kolun sahibi olan kuzenim bana gözlerini kısmış bakıyordu.Sanki başına gelenlerin sorumlusu bendim.Bunun acısını senden çıkaracağım diye bakıyordu banaBense anlamsız bir gülümseme ile bakıyordum Kerem'e

   -Gökhaaaan!Karşı komşudan buz ister misin.Bizim dolaptakileri baban limonata için kullanmış.Kerem'in koluna pansuman yapalım.Yavaşça yerimden kalktım.Kapıyla mücadelesinden zaferle ayrılan babam ''haydi çabuk!''bakışı attı.
  Kapıyı açtım.Babamın iskarpinlerini ayağımda sürüyerek ve aslında istemeyerek karşı komşunun zilini çaldım.
Kapıyı benim yaşlarımda bir kız açtı.İlk defa bu kadar sarışın ve bu kadar mavi gözü bir arada görüyordum.Ve ben aşık olmuştum iki kelimeyi biraraya getiremeyecek kadar aşık...

24 Aralık 2009 Perşembe

Fransa restorantlarında kurbağa yiyorlarmış

    Ben küçüktüm o zamanlar ve dersten inanılmaz derecede sıkılmıştım.Kurbağaların yaşama alanı beni pek ilgilendirmiyordu.Zaten öğretmen kurbağalardan bahsederken sıra arkadaşım Bora kurbağaların fransa dolaylarında yendiğini söylemiş,kurbağalara karşı mesafem biraz daha artmıştı.''Kurbağanın neresini yiyorlar oğlum?''sorusunun yanıtınıda öğretmenden yediğim azardan dolayı öğrenememiştim.Yediğim azar öğretmen için bahane olmuş''-Kitabınızın 78.sayfasını açın sayfanın tamamını yazın!'' komutuna dönmüştü.Artık öğretmenimiz rahatlıkla entellektüel dönüşüm sürecine katkıda bulunmaya çalışan ama bi halta yaramayan gazetesi ile başbaşaydı.
    Ben azar yiyordum fransız kardeşlerim kurbağa.Yerime oturduğumda (öğretmenden azar yemek için ayağa kalkılırdı) Bora masum bir ifade ile öğretmene baktı.(öğretmenle göz göze gelirse diye önlemini alıyordu.Ben iyi ve söz dinleyen uslu bir öğrenciyim bakışı salgılayarak benim yediğim azarı yemek istemiyordu.)Öğretmenin bakmadığını görüncede çok hızlı bir şekilde ağzında yuvarlayarak birşeyler söyledi.''Ne diyosun oğlum sen ''diye fısıldadım.omzunu kaldırdı.Bu senle ilgilenmiyorum,derslerim benim için herşeyden önemlidir omuz kaldırışıydı.Bora'nın bu tavrı beni çılgına çevirdi.Çünkü biraz önce ağzından tükürüklerle karışık bir anda çıkan cümle bütününün içinden ''para'' kelimesini cımbızla çekmiştim ve benim paraya ihtiyacım vardı.Bu kez sol dizimle Bora'nın sağ dizine vurdum.
  -Öğretmeniiimmm Furkan beni rahatsız ediyooooo...
Ediyor yükleminin sonundaki r harfinin söylenmemesi demek; öğretmenim ben cidden rahatsız oluyorum.Beni yanımdaki eşşek sıpası rahatsız ediyor lütfen müdahale et!manasında uzatılan bir yüklem çeşididir.
  Bora'nın bu satışı beni üzmüş,öğretmeni de sinirlendirmişti.O yerinden kalkmayı sevmeyen ve gazetesini okumaktan önemli daha ne olabilir ki oturuşu yapan öğretmenimiz için son noktaydı.
  Gazetesini şöyle bir toparladı.Masanın üstüne bıraktı.masadan elleriyle güç alarak kalktı ve son olarak gözlüklerinide çıkararak savaş meydanına doğru yola çıkan Timurlengin filleri pozisyonuna girdi.Ben çimendim artık.Mazlum Çimen.
   Defterime gömüldüm,ensemi olası kafa şaplağına karşı öne doğru eğdim ki bu hareket darbeleri emen bi süspansiyon görevi görüyordu,beklemeye başladım.bu arada sevimli kedi bakışıyla öğretmenimi bakıyordum.Öğretmenimiz hiddetli ve sinirli yaklaştı vee
  ''Lan eşşek herif arkadaşını şikayet edip durmasana!!'' diye gürleyerek Bora'ya okkalı bir tokat indirdi.Okka kelimesinin layıkını bulduğu eylemlerden biriydi.Bora aptala dönmüştü.Buna okul yıllıklarında bumerang teoremi denirdi.(denmezdi ben şimdi uydurdum.Ama dense güzel olur onu biliyorum)

  Bora öğretmene ikinci tokadı yememek adına bir hamle yaptı.
-Öğretmenim sabahtan beri beni rahatsız ediyor dedi.
   Bu ikinci tokat için yeterli bir bahaneydi.boşuna kalkmamıştı öğretmen yerinden.''ben sana arkadaşını şikayet etme demedim mi ?''çat.Öğretmenimiz cümle ağzından çıktığında yükleme gelene kadar bekliyor sıra özne tümleç edat vb den sonra yükleme geldiğinde tokatı yapıştırıyordu.Yüklemsiz cümle tokatsız yüklem olmazdı.
    Muharebe sona ermiş.Bora aldığı yenilgiyi yüzündeki pembe kırmızısı bayrakla taçlandırmıştı.Ben hemen oracıkta belirtisiz nesne kıvamında takılıyordum.Çünkü en mantıklısı o an için oydu.Kocaman fil hortumundan çıkan homurtuyla beraber arkasını döndü . En önde öğretmenler masasının önündeki sırada oturan Necatinin gazetenin arkasındaki çıplak kadına (o zamanlar mayo ve bikini giyilmesi bile çıplaklığı engellemiyordu)baktığını görünce bir filin çıkaracağı azami sessizlikle yaklaşarak Necatinin enseye avuç içini yapıştırdı.
   Necati avuç içi kadar mutluydu artık.(Fatih Erkoç avuç içi kadar mutluluk yeter şarkısına gönderme)
(Bu şarkının tavşanlar için bir singılı çıktı o da şudur; Havuç içi kadar mutluluk)Necati hemen toparlandı.Diğer öğrenciler canlıların yaşama ortamlarını büyük bir dikkatle defterlerine yazıyorlardı.
-Kafalar önde çıt yok!
   Son pekiştirme cümlesi bizi birer ağaç yaşken eğilir kuşağına çevirmişti.
      Bora'ya sevimli bir dost şefkatiyle baktım.Elimle dizine poh poh yaptım.Kaşımla çöp tenekesini işaret ettim.Kafamla ''hadi'' dedim.Kıçımla olaya heyecan kattım.(jest mimik olayının tavan yaptığı dakikalar)
  Çöp tenekesinin olduğu bölge tarafsız bölgeydi.Ara ara kalemimi açma numarası yaparken Bora'yı kolluyordum.Ç.t.t.b.(çöp tenekesi tarafsız bölgesi) öğretmen tarafından çok fazla kollanmayan.Öğrencilerin fısıltıyla ders içinde sohbet edebildikleri tek noktadır.Gerekmedikçe oraya gidilmez.Gidildiğinde de hakkı verilir.
 Bora  ne var oğlum ?Geldim tavrıyla yanıma sokuldu.-Kusura bakma orti. Dedim.Kalemlerimizi açtık.Bora benim ki iyi açmıyor verir misin senin açacağı dedi.bu barıştığımız anlamına geliyordu.İlk tokat sonrası küsmüştük çünkü.
  Tam sırasıydı artık sorabilirdim.Bora da yumuşamıştı.
-Ne dedin sen demin Bora?
-Eeeehhh!! ....s...kecem şimdi.Kurbağalar çok para ediyomuş.
     Bora bunları söylerken bağırmıştı.İlkokul dört öğrencisine hiç küfür yakışıyor muydu?Sınıftakiler otlanan antilopların aslan gördüğü andaki haraketi   yaparak aniden ve sessizce kafalarını kaldırdılar.Önce bize sonra öğretmene döndüler.Öğretmen gazetenin en son sayfasında en üst sağ köşedeki 5cm'ye 10 cm lik seksi apla resmiyle entellektüalizmin doruk noktasına ulaşmış ve bedeniyle olmasada ruhuyla başka dünyalara doğru yol almıştı.Bir terslik olduğunu anladığı anda gazeteyi buruşturup masanın üstüne vurdu ve hönkürdü:
-Noluyor orada?(ne olduğunu anlamaya yönelik zaman kazanma sorusu)
Öğretmeniiiiimmm Bora ayıp laf ettiiiiiiiiiiii....Antiloplar bu tür durumlarda koro halinde konuşma becerisine sahiptiler.
-Ne dedi?
  Sınıftakilerin toplu halde ''s.....keeeeeeceeeeeemmmm dedi ''Demelerini çok isterdim.Ama demediler.ve bi kaç kişi söyleyemeyiz öğretmenim.Ama Furkan'a dedi diye bağırdı.
   Öğretmen küfürün üstünde durmadı .Bora  ya doğru Fantastik dörtlü çizgi romanında uzayan adam gibi uzadı ve sağlı sollu üç beş tekmeyle girişti.Yeter oğlum yeter!Nedir senin bu çocukcağızdan istediğin.Yeter Furkan'ı rahat bırak.Yüklemler peşi sıra geliyordu.Ve ben çimendim.Mazlum Çimen.
    Aradan geçen üç gün boyunca bu konuda Bora ile konuşmadık.sonunda cesaretimi topladım:
-Kurbağalar kaç para ediyor muş?