21 Aralık 2009 Pazartesi

Bu arada kim koydu tezgaha o yağı?






  Ben küçüktüm o zamanlar ve ekin arpa zamanıydı.Ekin arpa zamanıydyı derken inekleri koyunları yada keçileri beslemek adına ekin arpa zamanıydı demiyorum.Betimleme yapma çabasındayım.İnsanların tarlalara gidip hasat yaptıkları yaz döneminden bahsediyorum.Yani sıcaktı,yani temmuzdu,yani üşüyorduk(olmadı dimi...?)yani kavruluyorduk.ve ben o zamanlar tarlada çalışmıyordum.Tembeldim biraz.Dedemler sabah erkenden kalkıp hazırlıklarını yapar,eşeğin semerine çıkınlarını koyar,öküzlerin yularlarını kağnı düzgün gitsin diye iyice sıkılar ve yola koyulurlardı.(dedemlerin sabahtan yaptıkları bu eylemler hakkında en ufak bir bilgim yok.Hatta ben öğlen kalktığım için hep,tarlaya nasıl  gittiklerinide hiç bilmem,sadece hayal gücümü kullanarak sabahla öğlen arasını doldurmaya çalıştım.arada eski kelimeler ve köy dili serpiştirerekte inandırıcılığı arttırmaya çalıştım.
    Ben öğlen kalkardım ve ilk işim mutfaktan ekmek ve peynirle karnımı doyurmak olurdu sonra ver elini bağ bahçe dağ bayır orası senin burası benim gezmeler..

   Hayri bizim köyün en fırlama çocuğuydu.O gün bir kavanozun içinde üç dört tane küçük minik sevimli yılan (kavanozun içinde olmaları sevimliliklerine sevimlilik katıyordu.)bütün  çocukların buluşma yeri olan bademliğin oraya geldi.Hayri'ye kimse onları nasıl tuttuğunu sormadı.Gerek yoktu çünkü.Eleman Mozambik'te yaşasa çitlembik ağacının üstündeki leoparı yakalar gelirdi.(mozambik ve çitlembik kelimeleri kafiye olsun diye özenle seçilmiş ancak spontane bulunmuş kelimelerdir.dipnot).Hayri o dereceydi.Üç günlüğüne Singapurun cangıllarına bıraksan raj kapurun torunlarıyla nesli tükenmekte olan Bagoya papağanının neslini tüketirdi.(okuyucu notu:Bagoya papağanı var mı bak.Yazar neresinden sallıyor merak et)Hayri o dereceydi.
    Hayri ile benim aramda gizli bir rekabet vardı.Aslında ben gizli olmasını istiyordum.Yada şöyle söyleyeyim bu rekabet sadece benim için geçerliydi.Diğer çocuklar ve Hayri için böyle bir durum söz konusu değildi, çünkü Hayri doğal liderimizdi.Hayri bugün dağa çıkacağız dese çıkılır.İneceğiz diyene kadar da kalınırdı.Kalacağız dese ve gecenin bir yarısı olsa, aileler aramaya çıkana kadar oturulur ve aileden dayak yeme pahasına ''Hayri dedi oturduk'' denmezdi.Ben derdim belki ama ailem bana o şansı vermezdi.Direk girişirlerdi.O dereceydi.
  Ben lider olmak istiyordum.En azından üç aylık sömestr döneminde lider olmak istiyordum.İşte bu hırsım oracıkta badem ağaçlarının dibindeki onlarca çocuğun arasında yüksek desibelli bir titreşimle dillendi.
   -O da bir şey mi?Ben sincap yakalayıp omzumda gezdiririm.
Bir sessizlik oldu.(Bu anı betimlemem lazım)Uzun kavak ağaçlarının ıssız tepelerindeki dallar sustular,badem yaprakları sustu,çimenler sessizliğe büründü.Orada bulunan onlarca çocuk yavaşça slovmoşın bana döndüler yavaş ve dehşetli bakışlarla.Bu bir meydan okumaydı.O güne kadar sincap yakalayan olmamıştı.Hayri bile bunu onlarca kez denemiş ama başaramamıştı.
  Herkes sessizce ama gözleriyle bunu yap liderimiz sen ol bakışı attılar.Yada ben öyle ummuştum.Hayri bile öyle baktı.O derece.
   Bana kalan tek şey arkamı dönüp ilk sincap çiftliğine gitmek olacaktı.Sincap çiftliği diye bir şey olmadığı için kıçın kıçın nereden sincap bulabileceğimi düşünerek yalnız ve güzel badem ağaçlarımın oradan uzaklaştım tabiki.

   Akşam oluyordu ve ben çokdan üçyüz bilemedin dörtyüz metre uzakta uyuya kalmıştım.Yattığım ağacın gölgesi dünyanın dönüyor olması gerçeğiyle üzerimden sinsice sıyrılmış ben kalan dakikaları güneş ışınlarıyla sevişerek geçirmiştim.Uyandığımda çaski bana bakıyordu.Beynime geçen güneş ışınları hayali bir sincap üretmemde yardımcı olmuş çaski nin bedeninde can bulmuştu.O ne güzel bir sincaptı.Tüyleri parıldayan güneşle dansediyordu.Işıl ışıl gözleri bana bakarak ''Haydi gidelim sahip,verelim Hayri ve tayfasının ağızlarının payını.!Bundan sonra seninleyim''diyordu.Omzumda bir ağırlık hissettim.Çaski omzuma çıkmış olmalıydı.Ağzım dilime yapışmış koştura koştura bademlerin oraya gittim.Kimsecikler yoktu.Zaferimi daha sonra da ilan edebilirdim.Öncelikle susuzluğumu gidermem lazımdı.Güneşin altında saatlerce uyumak beni ağzımı dalaklarmı perişan etmişti.Tekrar aynı eylemi tekrar ettim.Çaski omzumdayken koştura koştura eve gittim.Evin bahçesindeki çeşmeyi açtım.''tısss tısss'' diye bir ses geldi.iki defa denemiştim ama su akmamıştı.Eve çıktım banyoya koştum çeşmeyi açtım.''tıssss sssss ''uzun süre bekledim su akmadı.son çarem mutfaktı..Susuzluktan ölüyordum ve ölmek üzere olan bir kimseye doğan güneş kadar güzel parlıyordu tezgahın üstündeki turuncu tas.Elimi uzttım ve bir dikişte tastaki suyu içtim.Aslında bir dikişin son saniyelerinde o tastakinin ayçiçek yağı olduğunu anlamıştım.Ama oldukça geç kalmıştım.Çaski de uyarmamıştı.
    Uyandığımda hastanedeydim.Annem başucumdaydı.İlk sorduğum soru ''Çaski iyi mi ? olmuş.
Bu arada kim koydu tezgaha o yağı?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder